20 KASIN DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ
Çocuk, eski devirlerden beri toplumların ilgilendiği bir varlıktır. Geçmişten günümüze çocuk algısının ve çocuğa verilen değerin toplumların sosyal, ekonomik, kültürel ve dini yaşantılarıyla yakından ilgili olduğu ve toplumların değişimleriyle çocuk algısının yeniden şekillendiği ve değiştiği görülmektedir. Tarihsel sürecin ilk çağlarında çocukluk dönemine önem verilmemiş veya çocuğun ihtiyaçları göz ardı edilmiştir. Bazı toplumlarda çocuksuz aileler hor görülürken, bazı toplumlar çocuğu babanın hâkimiyeti altında, istediği tasarrufu yapabileceği bir nesne olarak algılamıştır. Ortaçağ Avrupası’nda çocuk “minyatür yetişkin”, sanayi döneminde ise ekonomik yarar sağlayan bireyler olarak görülmüştür. . Üyesi olduğu ailenin çok kullanışlı bir malı olarak kabul edilirdi. Bu düşünce sistemi istenen çocuk istenmeyen çocuk ayrımına önem kazandırmıştır. Dolaysıyla kendisinden ekonomik yarar sağlanamayacak durumda bulunan sakat, zayıf, hastalıklı çocuklar ile bakımını üstlenecek kimsesi bulunmayan çocuklar toplum dışına itilmesi. Hatta yok edilmesi olağan olaylardandı. İslam coğrafyasında ise, ayetler ve hadisler doğrultusunda çocukluğun ayrı bir dönem olduğu kabul edilmiş, çocuğun masumiyeti, iyi yetiştirilmesi ve eğitimi önemli konular arasında yerini almıştır. Modern çağda çocuğa yönelik ilginin ve bilimsel çalışmaların artması ile çocuğun kimliği, gelişimi ve eğitimi önem kazanmıştır (Erkut, Balcı ve Yıldız, 2017). Çocuk bakımında devletin etkisinden çok ailenin sınırsız etkisi bulunuyordu.
Çocuğa bu şekilde yaklaşılınca, çocuğu ilgilendiren her türlü ilişkiler bakımından, ana babanın yararları dolaylı biçimde etkilenebilecek diğer kişilerin yararlarının çocuğunkinden önce gelmesi, hatta çocuğun yararlarının hiç dikkate alınmaması doğaldı. Dolaysıyla ailenin çocuk bakımındaki olumsuzluklar nedeniyle devlet aile karşısında güçlenmesi ile bir değişime gidildi. Devlet aileyi kontrol etmeye başladı. Devlet kendi çıkarları doğrultusunda aileyi denetlemeye başlayınca, toplumsal ilgi çocuğun korunması yönünde yoğunlaşmıştır. Çocuğun korunması yönündeki toplumsal ilgi önceleri dinsel etkiler altında ve dinsel nitelikteki kuruluşlar aracılığı ile olmuştur. Devlet tarafından kurumsallaşması ise 19. Yüzyılda başlamıştır. Bu gelişme içinde aile reisinin çocuk üzerindeki sınırsız egemenliği giderek çocuğa karşı koruma ve bakım yükümlülüğüne dönüşmüştür. Devlet, zamanla bu yükümlülüğün yerine getirilmesi konusunda aktif bir denetim yürütmeye başlamıştır.
Modern hukuk sistemlerinde çocuk, bir birey olarak devlet tarafından yasalarla korunmaktadır. Ancak bu yasaların doğal ve evrensel hukuk kurallarına uygun olması için uluslararası normlar geliştirilmiştir.
Çocuklarla ilgili üç bildirge ve bir sözleşme yapılmıştır. 1. Cenevre çocuk hakları bildirgesi. 2. BM çocuk hakları bildirgesi. 3. İnsan hakları bildirgesi ve BMÇHS dir.
Uluslararası alanda çocukların korunmasına ilişkin bir örgütün kurulması düşüncesini ilk olarak 1894 yılında Jules de Jeune ortaya atmıştır. Ancak bu alandaki en önemli gelişme, 1920’de Cenevre’de "Uluslararası Yardım Birliği’nin kurulmasıdır. Bu örgütün ve "Uluslararası Kadınlar Meclisi’nin çabaları sonucu Milletler Cemiyeti 26 Eylül 1924 yılında "Cenevre Çocuk Hakları Beyannamesi" adı altında bir beyanname yayınlamıştır.
1959 Çocuk Hakları Bildirgesi, ‘Bütün Çocuklar Bizimdir’ der. Bu sözcükten anladığımız, gerek dünyanın en ücra köşesinden olsun, gerekse ülkemizde, yanı başımızda, komşumuzda, bir gecekondu sokağında, şehirlerarası otogarda, sanayi sitelerinde küçücük bedenler ile kocaman gözleri ve kocaman görevleri ile bize hizmet vermeye çalışan çocuklar; karda, kışta bizler ve çocuklarımız sıcacık yataklarımızda yatarken Bankamatik kulübelerinde altlarında birer karton, üstlerinde hiçbir şey olmadan titremekte olan, ana kucağı yerine köpeklerine ya da kendilerinden bir iki yaş büyük ağabeylerine sarılarak korkularından uzak uyumaya çalışan çocuklarımızın da BİZİM çocuklarımız olduğu, olması gerektiğini anlamak istiyoruz. Gene bundan, küçücük yaşlarında itilmişliklerinin sonucu olarak cezaevleri koğuşlarına düşmüş olan ve aslında eğitilmeleri, topluma kazandırılmaları gerekirken yetişkin suçlularla aynı ortamı paylaşarak ‘suç işleme yöntemleri’ eğitimi alan çocuklarımızı anlıyoruz.
Sözleşme önsöz ve üç kısımdan oluşmaktadır. Önsözde, Birleşmiş Milletlerin temel ilkeleri ile insan hakları sözleşmeleri ve bildirgelerinin bazı maddelerine gönderme yapılmış, savunmasız konumları nedeniyle çocukların özel bir özene ve korunmaya gereksinim duydukları belirtilmiştir. Çocukları koruma sorumluluğunun ilkönce aileye ait olduğu, devletin de aileye bu konuda yardım edeceği vurgulanmıştır.
Sözleşme’nin birinci kısmında 18 yaşından küçük çocukların yaşatılmaları, geliştirilmeleri, korunmaları ve katılımlarının sağlanması için sahip olmaları gerekli haklar ile bunların gerçekleştirilmeleri için devletlere düşen görevler düzenlenmiştir (m. 1-41).
İkinci ve üçüncü kısımlarda, Sözleşme ’de yer alan hakların taraf devletlerce uygun araçlarla yetişkinlere ve çocuklara yaygın biçimde öğretilmesi yükümlülüğü belirtildikten sonra, Sözleşme’nin yürürlüğe girmesine ve Sözleşme’ ye uyulmasının izlenmesine ilişkin kurallara yer verilmiştir (m. 42-54) (18).
Türkiye Sözleşme’yi 14 Eylül 1990’da imzalamış, 9 Aralık 1994’de 17, 29, 30. maddelerine Anayasa ve Lozan Antlaşması çerçevesinde çekince koyarak T.B.M.M.’de onaylamıştır. Sözleşme 27 Ocak 1995 tarih ve 22184 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlanarak 4058 sayılı yasa olarak yürürlüğe girmiştir.
1995 yılında Sion/İsviçre’de uluslararası çocuk hakları konusunda bir seminer düzenlenmiştir. Bu seminerde, bir hukuk sistemi içinde çocuk haklarının var olması için temel koşullar ayrıntılı biçimde irdelenmiş ve aile-devlet ilişkisi tartışılmıştır. Temel koşullar şöyle sıralanmıştır.
Çocuğun:
- Haklarının yasalarda yer alması,
- Hakları konusunda bilgi sahibi olması,
- Bu hakları kullanabilmesi için gerekli imkânlara sahip olması,
- Yargı önünde bu hakları talep etmeye yetkili olması,
- Kendi menfaatlerinin savunmasını yaptırabilmesi.
Bu koşullardan herhangi birinin eksik olması durumunda çocuk haklarının o ülkede gerçekleşemeyeceği konusunda görüş birliğine varılmıştır.
Türkiye açısından, çocuk haklarının ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin yaşama geçirilmesi bakımından üç önemli uygulama sorunu vardır:
Birincisi, iç hukukumuzda Sözleşme ile bağdaşmayan hükümlerin kaldırılması ve Sözleşme’nin öngördüğü yeni yasal düzenlemelerin yapılmasıdır.
İkincisi, bu kuralları yaşama geçirecek yapısal ve örgütsel önlemlerin alınmasıdır.
Üçüncüsü de, Sözleşme ile benimsenen hukuksal ve ahlâkî yaklaşımların ayrıntılı biçimde eğitim programlarına sokulması; çocuk haklarının çocuklar ve yetişkinlere öğretilmesidir.
BMÇHS de dört temel ilke vardır. Bunlar (2,3,6,12 md)
Ulusal, uluslararası, yasalar, sözleşmeler, kararnameler ancak uygulandıklarında bir anlam ifade ederler, tıpkı Çocuk Haklarına dair Sözleşme’de olduğu gibi. Yukarıda verilen tabloları değiştirmek, geleceğin eğitimli, düşünce üreten, kendisi ve ülkesi için alınan kararlara bağımsız olarak katkıda bulunabilecek nitelikte vatandaşlarımızı yetiştirmek istiyorsak, yurdumuzda ve evrende gerçek barışı sağlamak istiyorsak, HER ÇOCUĞU KENDİ ÖZ ÇOCUĞUMUZDAN AYIRDETMEMEMİZ gereğine inanmalıyız. Bunun için mesleğimiz, kimliğimiz ne olursa olsun, çocukların haklarının gözetilmesinde her birimiz birer ÇOCUK HAKLARI SAVUNUCUSU olarak görev almalıyız. Çocuklarımızın durumunu gösteren göstergelerin değişmesi ülkemizin de aydınlık geleceklere doğru değişmesi anlamına gelecektir.
Ebeveynler çocukların yalnızca kendilerine ait olmadığının, onun aynı zamanda Türk devletine ve milletine ait olduğunu idrak ile mükelleftir. Hal böyle olunca, çocuk terbiyesi meselesi aynı zamanda bir milli pedagoji geliştirme gayretinin ürünü haline gelmiştir.
Toplumun geleceğinde etki payı çok yüksek olan yeni nesillerin fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı olması, kendi değerlerinin farkında olarak yetişmesi ve bu değerleri insanlığın yararına kullanabilmesi onlara sağlanacak olan koşullarla yakından ilgilidir.
Çocukların haklarının gözetilmesi, her çocuğun doğuştan bir VARLIK olduğunun bilinmesi, doğuştan sahip olduğu potansiyelinin sağlıklı eğitim ile geliştirilmesi, yalnızca o çocuk için değil; sağlıklı, iyi gelişmiş, iyi eğitim almış, kendini ifade edebilen, kendi yaşamı hakkında söz sahibi olan çocuklardan ve gençlerden oluşmuş bir dünya düşünüldüğünde amaçlanan gerçek BARIŞ ORTAMI’nın sağlanması için de gerçek yapı taşları olacaktır. O hâlde Cumhurbaşkanı’ndan en sade vatandaşa kadar hepimizin belki de ilk ve öncelikli görevi her çocuğu hakları açısından kendi çocuğumuz gibi görmek ve çocukların hakları ile ilgili her girişime “evet” demek olacaktır. Bu görevi yerine getirmekten kaçınacak olanların mevcut olmadığı bir dünyada yaşamak en büyük amaç ve dileğimiz olmalıdır.
Çocuk haklarına açıkça Anayasada yer verilmesi, onların toplumumuzun eşit haklara sahip bireyleri olarak değerlendirildiğinin ifadesidir. Çocuklara kendilerine özgü önemli temel hakları garantileyen bir Anayasa onların, devletin ve toplumun gelecekteki taşıyıcıları oldukları bilincini açığa vurmaktadır. Bu aynı zamanda, çocukların haklarının korunması konusundaki toplumsal bilincin sağlamlaştırılmasına da elverişlidir. Böylece çocuğun durumu, hem devlet, hem bir uyuşmazlık durumunda anne baba karşısında güçlenecek ve kararlar bugüne kadar olduğundan daha fazla çocuğun mutluluğuna yönlendirilmiş olacaktır. Türkiye’nin de toplumun mutluluğu için çocuk haklarını Anayasa hukuksal açıdan ne kadar yüksek bir basamakta değerlendirdiği görülmektedir.
Çocuk hakları, kanunen ve ahlaki olarak dünya üzerinde tüm çocukların doğuştan sahip olduğu, eğitim, sağlık, barınma, fiziksel, psikolojik ve cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının tanımlanmasında kullanılan evrensel bir kavramdır. Bu kavram temelinde çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin yerleşmesi, çocukların bakımının bir toplum sorunu olduğu ve bilimsel yaklaşımlarla her kesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiği düşüncesi, Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi ile şekillenmiştir. BMÇHDS ile de resmileşmiştir.
İnsan doğumundan ölümüne dek gelişimini belirli dönemler içinde sürdürür. Çocukluk, ergenlik, erişkinlik ve yaşlılık olarak bilinen bu dönemler birbirinden kesin sınırlarla ayrılmamıştır. Her evre bir önceki evrenin etkisinde oluşur ve bir sonrakini etkiler. Bir başka deyişle, çocukluk ergenliği, ergenlik yetişkinliği, yetişkinlik yaşlılığı büyük ölçüde etkiler. Bu dönemin birinden diğerine geçiş, sadece bireyin bedensel gelişimiyle ilgili olmayıp, duygusal, toplumsal, ekonomik ve kültürel etkenlerin rol oynadığı bir oluşum ve gelişimdir. Her dönem kendine özgü ve belirli bedensel, duygusal ve toplumsal özellikler taşır.
Çocukluk; gençlik ve yetişkinliği biçimlendiren bir dönemdir. Ruhen ve bedenen ve zihnen sağlıklı başarılı, kendine ve topluma yararlı, ahlaklı olup olmamak da nasıl bir çocukluk geçirmiş olduğumuzla yakından ilgilidir. Toplumun fiziki ve ruhsal sağlığının bireyin sağlığından geçtiği fikri göz önünde tutulduğundan, bahse konu eğitimlerin önemi ortaya çıkmaktadır.
Çocuk yetiştirmek, bir yetişkin için çok önemli ve ciddi bir iştir. Çünkü çocuk geleceğin yetişkin bireyidir ve toplumsal refahın ve toplumsal gelişimin sorumluluğunu yüklenecek kişidir. Bu nedenle, çocukla çalışan ve çocukla yaşayan kişiler çocukla doğru ve etkili bir iletişim kurmak ve onun yaşamında olumlu etkiler yaratabilmek için çocuğun gelişimsel özelliklerini gereksinimlerini ve ilgilerini bilmek zorundadır.
Çocuklar geçmişin ve geleceğin arasındaki köprü gibidirler. Geçmişin etkisinde, bugünün gerçekliğinde ve geleceğin ihtimallerinde kendilerine sosyal hayatta bir konum edinirler. Bu konumda bireysel duruşlarını oluşturmalarında her ne kadar geçmişte ki toplumsal yaşam kuralları ve gelecekteki olası durumlar etki etse de bulundukları çağın düşünce, inanç, kuşku, tutum, sorun, umut beklentileri ve fikirleri çocuğun hayata bakış açısını temelden etkilemektedir.
1. İnsanın sosyalleşme sürecinin en önemli aşaması olan çocukluk dönemi, bireyin eğitim ve sosyalleşme sürecinde olduğu, ailesi ve sosyal çevresindeki yetişkinlerin desteği ile güçlü ve güvende, sevgi ve destek ile büyümeye ihtiyaç hissettiği dönemdir.(bu dönemde çocukların çevre ve doğaya, insan ilişkilerine ve ahlak kurallarına ilişkin temel psiko-sosyal ve bilişsel şemaları şekillenir. Ailenin sosyal çevrenin, toplumun ve eğitim kurumlarının birlikte çalışması gerekir.
2. Çocukların kendilerine özgü gelişimsel özellikleri, özel algılayışları ve ihtiyaçları vardır. Bu özellikler ve ihtiyaçlar gözetilmediğinde çocukların kendilerini gerçekleştirebilmelerinin önündeki engeller artarak çocuğun haklarına yönelik tehditler ve tehlikeler oluşur. Dolayısıyla çocukların korunmasından sorumlu mekanizmaların yeterli olmadığı durumlarda; çocukların duygusal, fiziksel ve cinsel yönden örselenmesi hatta yaşamlarının sona ermesi gibi, hiçbir biçimde kabul edilemez sonuçlar ortaya çıkar. Bilindiği gibi her çocuğun yaşaması, gelişmesi, katılımının sağlanması ve ayrım gözetmeden yüksek yararının gözetilmesi tüm yetişkinlerin temel sorumluluğunun yanı sıra, devletin de temel bir yükümlülüğüdür. Bu dönemde sağlıklı gelişim için korkudan, şiddet ve istismardan uzak yaşamalıdır.
3. Çocukların korunması ilk olarak aile birliği içinde başlar daha sonra sosyal çevre, toplum ve devlet eliyle sürdürülür, ancak zincirin bir noktasında kopma yaşandığı zamanlar olur. Çocukların psiko- sosyal ve bilişsel gelişimleri, bedensel bütünlükleri bozulabilir. Böyle durumlarda sosyal devlet anlayışının da bir parçası olarak devlet müdahale eder ve çocukların yüksek yararı için çeşitli yasal düzenlemeler ve hizmetler yürütülmektedir.
4. Devlet bu yükümlülüğünü, oluşturduğu sistemler, mevzuat, örgütlenme ve insan kaynağı ile yerine getirir. Bu bağlamda çocuk koruma sistemi içerisinde koruyucu ve önleyici mekanizmaların önemi açıktır. Bu mekanizmalar yeterli olmadığında çocukların, çocuk adalet sistemi ile tanışmaları kaçınılmazdır.
Çocuk koruma sisteminin önemli bir yönünü oluşturan çocuk adalet sistemi suç mağduru ya da suça sürüklenen çocuklara özgü adli uygulamalarının yerine getirildiği çok disiplinli bir alan olma özelliği taşımaktadır. Çocuk adalet sistemi kapsamında yerine getirilen uygulamalar genel anlamda iki ana kategoride değerlendirilmektedir.
Birincisi; Erken uyarı alanı olarak nitelendirilen ve ağırlıklı olarak koruyucu önleyici çalışmalarının yerine getirildiği uygulamalarda temel amaç, riskleri önceden belirleyerek istismar gerçekleşmeden önlemektir. Araştırma ve uygulamalar, erken müdahale ve önleme stratejileri, erken çocuklukta çevreyi, okulu ve toplumsal bağları suçun oluşmasını engelleyecek şekilde düzenlemeyi içeren bir yaklaşımdır.
İkincisi; İstismarın gerçekleşmesi durumunda adli ve psiko-sosyal müdahalenin başlatılarak mağdurun korunması ve failin cezalandırılması amaçlanmaktadır. Suç işlemiş veya suça sürüklenmiş bireylerin tekrar suç işlemelerini önlemeyi içeren yani suçların rehabilitasyonunu ele almaktadır.
Çocuklar için Felsefe’yi doğrudan ilgilendiren maddeler şunlardır: Madde 12’de çocukların kendilerini ilgilendiren her konuda düşüncelerini özgürce ifade etme hakkından ve bu düşüncelere özen gösterilmesi gerekliliğinden; madde 13’de düşüncelerini sözlü veya yazılı seçeceği herhangi bir araçla duyurabileceği hakkından; madde 14’de ise düşünce, vicdan ve din özgürlükleri haklarına saygı gösterilmesinden; madde 28’de her çocuğun eğitim alma hakkından; madde 29’da çocukların kişiliklerini, zihinsel ve bedensel yeteneklerini geliştirme, haklarını öğrenme ve koruma, başkalarının da haklarına saygı gösterme, farklılıklara saygı göstermeyi öğrenme hakkından bahsedilir. Sonuç olarak Sözleşme’de yer alan maddelerin bir tasnifi yapıldığında iki hak ve hak olmakla beraber iki ilkenin temel alındığı görülebilir: ‘Yaşama ve gelişme hakkı’ ve ‘katılım hakkı’ ile ‘eşitlik ve ayrım gözetmeme ilkesi’ ve ‘çocuğun yüksek yararı ilkesi’ (Erbay 2013, 17-21).
Son yüz yılımızda çocuk haklarını doğrudan ilgilendiren üç bildirge ve bir sözleşmeden bahsedebiliriz: 1924 Cenevre Bildirgesi veya Çocuk Hakları Bildirgesi, 1949 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1959 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi ve 1989 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. Bu bildirgeler ve sözleşme çocukluk ve çocuk hakları tarihinin gelişimini bizlere gösteren örneklerdir.
Sözleşme önsöz ve üç kısımdan oluşmaktadır. Önsözde, Birleşmiş Milletlerin temel ilkeleri ile insan hakları sözleşmeleri ve bildirgelerinin bazı maddelerine gönderme yapılmış, savunmasız konumları nedeniyle çocukların özel bir özene ve korunmaya gereksinim duydukları belirtilmiştir. Çocukları koruma sorumluluğunun ilkönce aileye ait olduğu, devletin de aileye bu konuda yardım edeceği vurgulanmıştır.
Sözleşme’nin birinci kısmında 18 yaşından küçük çocukların yaşatılmaları, geliştirilmeleri, korunmaları ve katılımlarının sağlanması için sahip olmaları gerekli haklar ile bunların gerçekleştirilmeleri için devletlere düşen görevler düzenlenmiştir (m. 1-41).
İkinci ve üçüncü kısımlarda, Sözleşme’de yer alan hakların taraf devletlerce uygun araçlarla yetişkinlere ve çocuklara yaygın biçimde öğretilmesi yükümlülüğü belirtildikten sonra, Sözleşme’nin yürürlüğe girmesine ve Sözleşme’ye uyulmasının izlenmesine ilişkin kurallara yer verilmiştir (m. 42-54) (18).
Türkiye Sözleşme’yi 14 Eylül 1990’da imzalamış, 9 Aralık 1994’de 17, 29, 30. maddelerine Anayasa ve Lozan Antlaşması çerçevesinde çekince koyarak T.B.M.M.’de onaylamıştır. Sözleşme 27 Ocak 1995 tarih ve 22184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak 4058 sayılı yasa olarak yürürlüğe girmiştir.
1995 yılında Sion/İsviçre’de uluslararası çocuk hakları konusunda bir seminer düzenlenmiştir. Bu seminerde, bir hukuk sistemi içinde çocuk haklarının var olması için temel koşullar ayrıntılı biçimde irdelenmiş ve aile-devlet ilişkisi tartışılmıştır. Temel koşullar şöyle sıralanmıştır.
Çocuğun:
- Haklarının yasalarda yer alması,
- Hakları konusunda bilgi sahibi olması,
- Bu hakları kullanabilmesi için gerekli imkanlara sahip olması,
- Yargı önünde bu hakları talep etmeye yetkili olması,
- Kendi menfaatlerinin savunmasını yaptırabilmesi..
Bu koşullardan herhangi birinin eksik olması durumunda çocuk haklarının o ülkede gerçekleşemeyeceği konusunda görüş birliğine varılmıştır (19).
Türkiye açısından, çocuk haklarının ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin yaşama geçirilmesi bakımından üç önemli uygulama sorunu vardır:
Birincisi, iç hukukumuzda Sözleşme ile bağdaşmayan hükümlerin kaldırılması ve Sözleşme’nin öngördüğü yeni yasal düzenlemelerin yapılmasıdır.
İkincisi, bu kuralları yaşama geçirecek yapısal ve örgütsel önlemlerin alınmasıdır.
Üçüncüsü de, Sözleşme ile benimsenen hukuksal ve ahlâkî yaklaşımların ayrıntılı biçimde eğitim programlarına sokulması; çocuk haklarının çocuklar ve yetişkinlere öğretilmesidir.
II. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin Temel İlkeleri
Sözleşme ’de yer alan dört hak, çocuklara tanınan diğer bütün hakların kullanılmasında ve devletlere yüklenen görevlerin yerine getirilmesinde göz önünde bulundurulacak temel ilkeler niteliğindedir.
A. Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşme’nin 2. maddesine göre, taraf devletler, Sözleşme ’de yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana-babalarının, vasilerinin sahip oldukları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka düşünceler, .... doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanırlar ve taahhüt ederler.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin bu ilkesi doğrultusunda yasalarımızda kurallar vardır. 1982 Anayasası’nın 10. maddesine göre, herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Medeni Kanunun çeşitli kurallarında da eşitlik ilkesi yer almıştır. Bu kanuna göre, her kişi medeni haklardan kanunun sınırları içinde eşit olarak yararlanır. Haklara ve borçlara ehil olmakta herkes eşittir (m. 8).
Millî Eğitim Temel Kanunu bu ilkeyi eğitim eşitliği açısından ele almıştır. Bu Kanun’a göre, eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet, din ayrımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, sınıfa ayrıcalık tanınamaz.
Görülüyor ki, T.C. Anayasası ve mevzuatı genelde, ayrım gözetmeme ilkesiyle tam bir uyum içindedir. Bununla birlikte, uygulamada ayrım gözetmeme ilkesinin tam olarak yerine getirilmesini sağlamak için yasalarda değiştirilmesi gereken kurallar bulunmaktadır. Ayrıca sağlıktan iletişime kadar değişen bazı alanlarda süregelen eşitsizlikler ve temel sosyal hizmetlerin tam olarak sağlanamaması sonucu bazı çocuk grupları ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
B. Yaşama ve Gelişme Hakkı
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 6. maddesine göre, her çocuk yaşama hakkına sahiptir. Devlet, çocuğun yaşamını ve gelişimini güvence altına almakla yükümlüdür.
Yaşama hakkı nedir? Yaşama hakkı, kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü koruyabilmesi ve varlığının çeşitli etkilerle bozulmasına engel olabilmesi hakkıdır. Bu tanıma göre, yaşama hakkı başlıca iki öğeden oluşmaktadır: Bunlardan birincisi, insanın bedeni içinde her türlü dış korkudan uzak olarak yaşayabilmesi hakkıdır. Yaşarken bireyin beden bütünlüğüne dokunulamaz. Çünkü, çocuğun yaşamasını sağlamanın en önemli koşullarından biri de, yaşamın maddî ve manevî bir acıya maruz kalmadan sürdürülmesidir (24). Kişinin bedenine karşı her türlü tecavüz bütün hukuk sistemlerinde suç sayılmıştır. Kişinin bir başkasına hangi sıfat ve amaçla olursa olsun maddi ve manevi işkence etmesi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (m. 5) ve Çocuk Hakları Sözleşmesi ile yasaklanmıştır (ÇHS, m. 19, 35, 36, 37). Bu temel yasak ilgili bütün uluslararası belgelere alındığı gibi bütün iç hukukların da tartışılmaz ilkesi haline gelmiştir.
Çocuğun onur ve saygınlığının korunması da, en önemli haklarından biridir. Herkesin olduğu gibi çocuğun da içinde yaşadığı toplumda ve ilişkiler kurduğu çevrelerde (aile, okul vb.) kişisel bir onuru, şerefi ve saygınlığı vardır. Çocuğun onur ve saygınlığı bu tür haklarını zedeleyecek davranışlarla ihlal edilmiş olabilir. Öğretmenin ya da ana-babanın çocuğu başkaları yanında küçük düşürmesi, yanlış tanıtması, gülünç ve zor duruma sokması gibi. Çocuk Hakları Sözleşmesi, hiçbir çocuğun insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ve cezaya tabi tutulamayacağını (m. 38); okul disiplininin çocuğun insan olarak taşıdığı saygınlıkla bağdaşır biçimde yürütülmesini (m. 28); çocukların ana-babalarının ya da başkalarının bakımında iken bedensel ve zihinsel şiddetin her türünden korunmalarını (m. 19) öngören hükümleri ile çocuğun bedensel-ruhsal bütünlüğünü, onur ve saygınlığını korumak istemiştir.
Yaşama hakkı, Anayasa hukuku açısından temel hakların en önemlisidir. 1982 Anayasası, "herkes yaşama hakkına sahiptir" (m. 17), "herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir” (m. 19) demektedir. Kişi güvenliği en başta yaşama hakkının tanınmasıyla sağlanır. Anayasa, "kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz" (m. 17/III) kuralını koymuştur. Ceza Kanunu da kişinin yaşamına son vermeyi suç saymıştır (TCK. m. 448-455). Medeni Kanun, kişinin kendi işlemleriyle ya da dıştan yönelen saldırılarla yaşam hakkına zarar verilmesini önleyici kurallar getirmiştir (m. 23-24). Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na çocuk ölümlerinin azaltılması için gerekli önlemlerin alınması görevini vermiştir.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 6. maddesi ikinci fıkrasında, temel yaşama hakkının ötesine geçilerek, devletlerden çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için "mümkün olan azami çabayı göstermeleri", istenmektedir. "Gelişme" kavramı yalnızca çocuğun yetişkinlik dönemine hazırlanmasıyla ilgili değildir. Bu, aynı zamanda çocukluk dönemi için, yani çocuğun şimdiki yaşamı için en elverişli koşulların oluşturulması anlamına gelir (26). Sözleşme ’ye göre devletler, çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal, psikolojik ve toplumsal gelişimini, insanın saygınlığı ile uyumlu biçimde gözetecekler; çocuğun toplumda özgür bir birey olarak yaşamını sürdürmesi için gerekli önlemleri alacaklardır.
Sözleşme’nin getirdiği yükümlülüklerin çoğu, özellikle sağlığa, yeterli yaşam standartlarına, eğitime ve boş zamana ilişkin yükümlülükler çocuğun gelişmesi ile ilgilidir. 27. maddeye göre, taraf devletler, "her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ve toplumsal gelişimi açısından yeterli bir yaşam standardına ulaşma hakkını tanımak" durumundadır. 29. maddeye göre, eğitimin en önemli ve başta gelen amaçlarından biri, "... çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin eksiksiz biçimde geliştirilmesi ve çocuğun özgür bir toplumda yaşantıyı sorumluluklar üstlenecek biçimde eğitilmesidir."
Sözleşme’nin diğer maddelerinde de çocuğun gelişimini güvence altına alan doğrudan ya da dolaylı hükümler bulunmaktadır. 18. madde, ana-babaların ya da vasilerin çocuğun yetiştirilmesinde birinci derecede sorumlu olduklarını, devletin bu konuda onlara yeterli yardımı sağlayacağını belirtmektedir. 20. madde, devletin aile ortamından yoksun bulunanlara özel koruma sağlamasını, 25. madde, bakım, koruma ve tedavi için kurumlara yerleştirilen bütün çocukların durumlarının periyodik olarak gözden geçirilmesini istemektedir. Bu, çocuğun gelişmesi için önemli bir güvencedir. 23. maddeye göre, özürlü çocuklara yapılacak yardımlar kültürel ve manevi gelişme dahil, çocuğun mümkün olan en eksiksiz sosyal uyumunu ve bireysel gelişimini sağlayacak biçimde olmalıdır (27).
C. Çocuğun Yüksek Yararının (Güvenliğinin) Korunması
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde çocuğun yüksek yararı temel düşüncedir. Taraf devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak esenliği için gerekli koruma ve bakımı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
Çocuğun yüksek yararı, çocuğun güvenliği kavramı ile eş anlamlıdır. Çocuğun güvenliği, somut bir durumda, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal, ahlâksal, sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuksal bakımlardan korunması ve geliştirilmesidir. O halde çocuk, maddi, manevi, ekonomik ve hukuksal bakımlardan özgürlük ve haysiyet içinde, sağlıklı ve dengeli biçimde gelişebilme olanaklarına sahip kılınmışsa hakları ve güvenliği korunmuş olur. Şu halde, sağlıklı gelişim çocuğun güvenliğinin en önemli unsurudur. Çocuk psikiyatristi Lutz sağlıklı çocuğu şöyle tanımlanmıştır. "Sağlık, belirli bir zaman kesiti düşünülürse, bu kesit içerisinde herhangi bir hastalık belirtisinin bulunmamasıdır. Fakat tüm çocukluk ve gençlik çağı ele alınırsa, doğuştan getirdiği, henüz örtülü (gizli) bulunan yeteneklerini gelişimin hedeflerine uygun biçimde geliştirebilen çocuğa sağlıklı çocuk denir" (28). B.M. Çocuk Hakları Komitesi, Sözleşme’nin çocuğun yüksek yararının gözetilmesiyle ilgili 3. maddesinde yer alan hükümlerin, politikaların belirlenmesinde ve kararların alınmasında yön gösterici olmasını istemektedir. Bu yön göstericilik, Sözleşme ’de güvence altına alınan hakların yaşama geçirilmesi için ayrılacak insani ve ekonomik kaynakların belirlenmesini de kapsamalıdır.
3. maddenin 2. fıkrası devletleri; çocuğun ana-babasının ve kendisinden hukuken sorumlu diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak gerekli bakım ve korumayı sağlamakla yükümlü tutmaktadır. Çünkü bakım ve koruma bazen ana-babaların tek başlarına sağlayamayacakları yönler içerir. Örneğin çocuğun eğitim hakkının gerçekleştirilmesi böyledir. Devlet, çocuklara parasız ve zorunlu ilköğretim olanakları sağlarken, ana-babalar da, onların yüksek yararları doğrultusunda eğitim görmelerini sağlayacaklardır. Bunun gibi, aile ortamından yoksun çocuklara özel koruma ve yardım sağlama, çocukların sosyal güvenlik imkanlarına ve yeterli yaşam standardına ulaşma haklarını gerçekleştirme, Sözleşme’nin 19, 32, 33, 34, 35 ve 36. maddelerine göre çocukları şiddetin ve sömürünün her biçiminden koruma da bu ilke çerçevesinde devletin yerine getirmekle yükümlü olduğu görevlerdir.
D. Çocuğun Görüşlerine Saygı Gösterilmesi
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin uygulanması ve diğer bütün maddelerin yorumlanmasında temel önem taşıyan ilkelerden biri de, belirli bir görüş oluşturma yeteneğine sahip her çocuğun, kendini ilgilendiren bütün konularda görüşlerini serbestçe ifade edebilmesi, bu görüşlere yaşı ve olgunluk derecesi göz önüne alınarak gereken önemin verilmesidir (ÇHS, m. 12).
Katılım hakkına kadar olan ilkeler daha önceki bildirilerde de yer almıştır. Katılım hakkı ise ilk kez Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile gündeme gelmiştir. Bunun gerekçesi şudur: Çağımızda ideal yönetim modeli demokrasidir. Demokrasinin temel prensipleri katılımcılık, insan hak ve özgürlükleri, çoğulculuk ve hukukun üstünlüğüdür. Bireyler doğumlarından itibaren ailede ve toplumda bu prensipler içinde büyümezlerse yetişkin olduklarında bu kavramlara göre yaşayamazlar. Bu nedenle, demokrasi toplumunun bireyinin içinde yetişmesi gereken kurallar Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ’de belirlenmiştir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi taraf devletlere, "Sözleşme’nin 12, 13, 15. maddeleri ışığında, çocukların ailede, okulda ve toplumsal yaşamdaki aktif katılımlarını ve kendilerini ilgilendiren kararlarda yer almalarını sağlamak için çaba göstermeleri, bu amaçla yasalara kurallar koymaları, bu kuralların uygulanabilmesi için gerekli önlemleri almaları önerisinde bulunmaktadır. Ancak, çocukların görüşlerini ifade etme haklarını kullanabilmeleri için ailelerin ve genel olarak kamuoyunun, çocuklarla ilgili kurumlarda çalışanların bilinç ve duyarlılık düzeyini geliştirmek, bu kişilerin çocukları bu yönde teşvik edecek ve çocukların görüşlerine gerekli ağırlığı tanıyacak biçimde eğitilmeleri gerekir.
Yorum bırakın
Adınız yayınlanır, e-posta adresiniz gizli kalır. Mesajınız editör onayından sonra görünür olacaktır.